TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Adıyaman İl Temsilcisi Osman Özdemir, 17 Ağustos Marmara depreminin yıldönümü nedeniyle bir açıklama yaptı. Özdemir, Marmara depreminden gereken dersin alınmadığını, 6 Şubat depremlerinde de can kayıplarının fazla olduğuna dikkat çekti.
Özdemir, yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı; “17 Ağustos 1999 Marmara depremlerinin üzerinden tam 25 yıl geçti, çeyrek asır. Depremlerde yaşamını yitiren vatandaşlarımızı saygıyla anıyoruz. Tüm uyarılarımıza rağmen Marmara depremleri ve sonrasında gerekli tedbirler alınmadığı için 6 Şubat 2023’te meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremlerde 53.537 vatandaşımız daha yaşamını yitirdi.
Tüm dünya ülkeleri özelikle 1960’lı yılların ikinci yarısından sonra Birleşmiş Milletler çatısı altında bir araya gelerek “afetler ve iklim değişikliği” etkilerinin azaltılması çalışmalarına odaklanırken, ülkemizde ise birçok konuda olduğu gibi afet risklerinin azaltılması konusunda da yeterli çalışmaların yürütülmemesi nedeniyle toplum, afet tehlikelerine karşı savunmasız hale getirildi.
Afetlere karşı dirençli yerleşimler, dünya için olduğu kadar ülkemiz için de yeni bir olgu olmamasına rağmen Cumhuriyetin kuruluşunun ilk yılında 1924’te, meydana gelen Erzurum depremlerinden günümüze kadar geçen 100 yıllık süreçte, depremler ve diğer afetler sonucunda yüzbinlerce insanımızı kaybettik. Yaşanan bunca kayba karşı ülkede, afetlerle mücadele kültürü hâlâ oluşturulamamış, idareler kamusal sorumluluklarını yerine getirmemiş, adalet sistemimiz afet suçları karşısında yetersiz kalmış, afet dirençli kent olgusu mevzuatımızda yer bulamamış, afetlerden zarar gören halkımızın uğradığı acılar, kayıplar ile maddi ve manevi zararlarla baş başa bırakılmıştır.
Kocaeli ve Düzce depremlerinden 3 yıl önce İstanbul’da ev sahipliğini yaptığımız Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Konferansı (Habitat II) Deklarasyonuna attığımız imza ile “afetler karşısında giderek artan korumasızlığa” karşı “ insan yerleşmelerini daha güvenli, daha sağlıklı ve yaşanabilir” kılmayı hedeflediğini ifade eden ve “gerekli planlama mekanizmaları ve kaynakları sağlayarak doğa kaynaklı afetlerin ve diğer acil durumların insan yerleşimleri üzerindeki etkilerini hafifletmek, afetten etkilenen yerleşimleri gelecekteki afetlerle ilgili riskleri azaltmak” için politik kararlılığını (!) ilan eden hükümetler, bugüne kadar geçen sürede bu vaatlerinin gereklerini yerine getirseydi, bugün afetler karşısında çok farklı bir noktada olacağımız kesindir.
Ülkemiz Cumhurbaşkanının Başkanlığında 1996 yılında toplanan Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Konferansı (Habitat II) Deklarasyonun üzerinden 28 yıl, 18.500’e yakın insanımızın yaşamını yitirdiği 17 Ağustos 1999 Marmara depremin üzerinden ise 25 yıl geçti, değişen bir şey yok!
Genel olarak idarenin sorumluluğunun söz konusu olabilmesi için zararın, idarenin yürüttüğü bir kamu hizmetinden kaynaklanması ve zarar ile idarenin işlemi arasında nedensellik bağı kurulabilmesi gerekir. Ülkemiz hukuk sisteminde uzunca bir süre başta deprem olmak üzere afet olayları “MÜCBİR SEBEP” olarak değerlendirildiğinden afet sonucu ortaya çıkan kayıp ve zararların, idarenin yürüttüğü bir kamu hizmetinden kaynaklanmadığı ve dolayısıyla idarenin afetlere karşı sorumluluğunun ortadan kalktığı kabul edilmiştir. Ancak son yıllarda, özellikle 30 Ekim 2020 Sisam depreminden sonra açılan gerek cezai gerekse afetzedelerin tazminat davalarında, mahkemelerin “MÜCBİR SEBEP” yaklaşımından uzaklaştığı görülmeye başlanmıştır. Bilim, mühendislik ve teknolojideki gelişim ve değişim sürecinde geldiğimiz noktada afetler önlenemez olaylar olmaktan ve kader olarak görülmekten çıkmıştır. Japonya, Şili gibi dünya örneklerinde de görüldüğü üzere uluslararası deneyim, kırılganlıkların azaltılmasına odaklanan bütünleşik afet yönetim sisteminin, afet zararlarının azaltılmasını sağladığını dünya kamuoyuna göstermiştir. Afetlerin mücadele edilebilen, önlenebilen, önceden tahmin edilebilen gerçekliği karşısında “MÜCBİR SEBEBİN” temel dayanağını oluşturan “öngörülemezlik ve önlenemezlik” anlamını yitirmiş ve afetlere yönelik olarak hukuki açıdan da kullanılamaz hale gelmiştir.
Sonuç olarak, Ülkemiz Cumhurbaşkanının Başkanlığında 1996 yılında toplanan Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Konferansı (Habitat II) Deklarasyonun üzerinden 28 yıl, 18.500’e yakın insanımızın yaşamını yitirdiği 17 Ağustos 1999 Marmara (Kocaeli) depremin üzerinden ise 25 yıl geçti. Geçen zaman dilimi içerisinde ülkemizde afetlerle mücadelede anlayışın değişmediği, fay zonlarının sakınım bantları, heyelan, kaya düşmesi, dere yatakları gibi jeolojik sakıncalı alanların imara, ranta ve talana açıldığı görülürken, İdarelerin ise “MÜCBİR SEBEP” kavramının arkasına sığınarak ülke insanımızı olası afet tehlikelerinden koruyacak tedbirleri almaktan imtina gösterdikleri görülmektedir.
AFETLERDEN ETKİLENEN VATANDAŞLARIMIZ,
ADALETİ SOKAKTA ARAMAYA DEVAM EDİYOR
Mahkeme salonlarında sağlanamayan adaleti, afet/depremden mağdur olan vatandaşlarımız, sokakta aramaya, yurttaşlarımızla dayanışma içinde sürdürmeye çalışıyorlar. TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası olarak afet/depremden mağdur olmuş vatandaşlarımızla dayanışma birlikteliği içinde olmaya devam edeceğimizi, afet zararlarının azaltılması konusunda görev ve sorumluluğunu yerine getirmeyen kişi ve kuruluşların yani “AFET SUÇLULARININ” yargılanarak hak ettikleri cezaları alması için mücadele etmeye devam edeceğiz.
- Biliyoruz ki; bu ülkenin toplumcu/halkçı mühendislere, mimarlara, plancılara ihtiyacı var,
- Biliyoruz ki; halkını kusuru olanlara karşı savunan toplumcu avukatlara, suçluları bulup adalet önüne çıkaracak yürekli Cumhuriyet Savcılarına ihtiyaç var,
- Biliyoruz ki; bu ülkede adalet arayan depremzede vatandaşlarımıza, adaleti dağıtacak Hakimlere ihtiyaç var, Ve yine biliyoruz ki; suçlular adalet önünde hesap vermezse, ülke insanımız bir sonraki afette daha büyük bir yıkım ve can kaybıyla baş başa kalacaktır.